2022 Grevleri 3: Migros Esenyurt Depo Grevi

Migros’un Esenyurt’taki Avrupa Dağıtım Merkezi’nde, taşeron firma Us-Grup bünyesinde çalışan DGD-Sen üyesi işçiler, önceden verilen sözlere rağmen ücretlerine yalnızca %8 oranında zam yapılması üzerine 3 Şubat 2022’de fiili greve başladı. İşçiler, %70 ücret artışı ve çalışma koşullarının iyileştirilmesi taleplerini öne sürdü. Militan karakterli çeşitli eylemlerle desteklenen grev, kamuoyunda geniş yankı buldu ve bunun da etkisiyle 20 Şubat’ta işçilerin taleplerinin kabul edilmesiyle sonuçlandı. Bu yönüyle Migros Depo Grevi, 2022 yılının Ocak-Şubat aylarında farklı şehir ve sektörlere yayılan grev dalgası içerisinde önemli bir yer tutmaktadır. İşyerinde militan ve informal bir örgütlenmeye dayanması açısından da işçi mücadeleleri bakımından değerli bir deneyim oluşturmuştur. Ayrıca grev sürecinde ortaya çıkan ve Migros boykotunun etkili olmasını sağlayan toplumsal dayanışma pratiği de bu grevin ayırt edici özellikleri arasında yer almaktadır.
Migros
İsviçre merkezli perakende tekeli Migros, İstanbul Belediyesi’nin girişimiyle 1954’te kurulmuş ve Türkiye pazarına girmiştir. 1975 yılında Koç Holding tarafından satın alınan Migros’un hisseleri 1991’de halka arz edilmiş, 2005’te ise Tansaş’ı bünyesine katarak daha da büyümüştür. 2008’de Koç Holding’in hisseleri İngiliz BC Partners’a devredilmiş, 2015’te ise Tuncay Özilhan’ın sahibi olduğu Anadolu Grubu Migros’un büyük ortağı olmuştur.[1] 2020 yılında başlayan Covid-19 pandemisiyle birlikte şirketin kâr oranları hızlı biçimde artmıştır. Migros’un işletme marjı, 2021 yılında bir önceki yıla göre %49,9 artarak 6,42’ye yükselmiş, Migros Depo Grevi’nin gerçekleştiği 2022 yılında ise bir önceki yıla göre %75,84 artarak %11,28’e ulaşmıştır.[2]
Eski Sendikacı Patron
Migros’un dağıtım merkezleri, 4 Şubat 1997’de kurulan Us-Grup Lojistik tarafından işletilmektedir. Us-Grup yalnızca Migros’a değil; Koçtaş, Arçelik, Tüpraş ve Opet gibi Koç Holding bünyesindeki farklı firmaların depolama ve temizlik işlerini de yürüten taşeron konumundadır.[3] Koç Holding’in himayesinde kurulan ve büyüyen şirketin kurucusu ve hala sahibi olan Veysel Cingöz ise 1974 yılından bu yana Migros’ta yetkili sendika olan Tez Koop-İş’te şube yöneticiliğinden, Genel Başkan yardımcılığına çeşitli konumlarda yöneticlik yapmış bir kişi. 1987 Migros Grevi’nde öncü işçilerden biri olan Veysel Cingöz’ün kariyeri, 1989’dan itibaren Tez Koop-İş bürokrasisi içinde başlamış, 1994’te ise Us-Grup Lojistik’in kurulması ile Migros bünyesindeki en büyük taşeron firmanın patronu olarak devam etmiş. Yalnızca Vesel Cingöz bu konuda en belirgin olmakla birlikte tek değil. Tez Koop-İş Sendikası’nın birçok eski genel merkez yöneticisine de Migros’ta irili ufaklı taşeron şirketler kurdurulmuş.[4] Bu durum, Türkiye’de resmi sendikalar ile sermaye arasındaki ilişkinin çarpıcı örneklerinden biri.
DGD-Sen ve Migros Depolarında İşçi Mücadeleleri
DGD-Sen (Depo, Liman, Tersane ve Deniz İşçileri Sendikası), 2009 yılında Migros depolarında örgütlenme çalışması yürütürken işten atılan bir grup işçi tarafından kuruldu. O süreçte 62 işçinin Liman-İş Sendikası’na noter üzerinden yapmış oldukları üyeliğe ait bilginin ertesi gün sendika merkezi tarafından Migros depo yöneticilerine iletilmesi sonucu işçiler işten çıkarıldı. Mevcut sendikaların patronlarla işbirliğinin ayyuka çıkması ve taşeron firmaların bulunduğu depolarda örgütlenmeye yanaşmamaları nedeniyle bağımsız bir sendika kurulması tartışmaları o dönemde başladı.[5]
Konuştuğumuz DGD-Sen’in kurucularından ve şu anki Genel Başkanı olan Neslihan Acar süreci şöyle anlatıyor:
“2009 yılında Migros depolarında örgütlenmeye çalışıyorduk. DGD-Sen’in bir önceki dönem Genel Başkanı olan Murat Bostancı’nın da aralarında bulunduğu arkadaşlar içeride bir komite kurdu ve örgütlenmeye başladılar. Ancak bu işkolundaki sendikalar taşeron örgütlenmesi yapmadıklarını söylüyor ve ısrarla sendika üyeliklerimizi kabul etmiyorlardı. Kalabalık bir şekilde baskı yaptığımızda, ‘%50 artı biri sağlayın, gelin’ gibi bir cevap aldık. Oradaki arkadaşlar notere giderek sendikaya üye oldular. Bunun ardından onlarca işçi işten atıldı. Sendikaya direnmek istediğimizi söyledik ama sendika yanaşmadı. Bunun üzerine Yöntem Kozmetik’te, Migros Depo’da ve başka birkaç depoda çalışan arkadaşlarla ‘bir sendika kurabiliriz’ fikri doğdu. 2009’dan 2013’e kadar bu işkolundaki sendikaları zorladık. Ama sonunda, 2013 yılında depolarda çalışan 7 arkadaş yan yana gelip DGD-Sen’i resmi olarak kurmuş olduk.”
DGD-Sen, kuruluşunda belirleyici bir rol oynayan Migros depolarında ilerleyen yıllarda da örgütlenme çalışmalarını sürdürdü ve çok sayıda direniş gerçekleştirdi.
Migros’un Kocaeli Çayırova’da bulunan Şekerpınar Dağıtım Merkezi’nde, CEVA Lojistik ve MBM Taşımacılık isimli taşeron firmalar bünyesinde çalışırken DGD-Sen’e üye olan toplam 36 işçi, 24 Aralık 2013 tarihinde ihbar ve kıdem tazminatları ödenmeksizin işten çıkarıldı. İşçiler günlerce Migros’a ait mağaza, depo ve genel merkez önünde eylemler gerçekleştirdi. Sürecin sonunda işçiler tazminatlarını kazandı.[6]
Yine Şekerpınar Dağıtım Merkezi’nde DGD-Sen’e üye oldukları için 13–17 Ocak 2017 tarihleri arasında 13 işçi “küçülme” bahanesiyle işten çıkarıldı. İşçiler, 13 Şubat’ta Şekerpınar Dağıtım Merkezi önünde direnişe başladı. Direnişin üçüncü gününde depoda çalışmaya devam eden DGD-Sen üyesi işçiler, çay molası sırasında kapı önündeki arkadaşlarıyla dayanışmak için yürüyüş gerçekleştirdi. Bunun üzerine 13 işçinin daha iş sözleşmesi feshedildi. İşçiler, 14 gün boyunca Migros’a ait depo ve mağazaların önünde eylemler düzenledi. Sürecin sonunda işçiler sendikal tazminatlarını kazandı.[7]
4 Ocak 2021 tarihinde ise yine Şekerpınar Dağıtım Merkezi’nde, Us-Grup bünyesinde çalışan 40’ı DGD-Sen üyesi yaklaşık 70 işçi, ücretsiz izne çıkarılmalarının ardından direnişe başladı. İşçiler, Migros mağazalarında kasa kilitleme eylemlerinin yanı sıra Anadolu Grubu genel merkezi, Anadolu Grubu Yönetim Kurulu Başkanı Tuncay Özilhan’ın evi gibi çeşitli noktalarda da eylemler gerçekleştirdi.[8]
2022 Grev Dalgasının Ortaya Çıktığı Koşullar
2021 yılının son ayları Türkiye’deki ekonomik krizin etkilerinin iyiden iyiye görünür hale geldiği bir dönem oldu. Dolar kuru, 11 Ekim 2021 itibarıyla 9 TL'yi, 12 Kasım 2021 itibarıyla 10 TL'yi aştı. "Kara Salı" olarak da anılan 23 Kasım 2021’da ise dolar önce 12, sonra 13 TL'yi gördü. Merkez Bankası’nın müdahalelerine rağmen dolar 14 Aralık 2021 itibarıyla, 14TL'yi, 16 Aralık'ta ise 15 TL'yi aştı. 17 Aralık'ta ise önce 16TL'yi, sonra 17 TL'yi aştı. Dolar kuru 20 Aralık 2021’ta 18,36 TL'ye yükselerek tarihi rekora ulaştı. Hükûmet, vadeli mevduat hesaplarında tutulan Türk Lirası'nın vade sonunda dolar, Euro veya Sterlin karşısında faiz oranından daha fazla artması durumunda aradaki fark ödenmesini gerektiren ve "kur korumalı mevduat sistemi" adıyla bilinen uygulamayı başlatarak, TL'nin değer kaybını yavaşlatmaya çalıştı. TL’nin değer kaybıyla paralel olarak orantılı olarak enflasyon oranındaki artış Ekim 2021 tarihinden itibaren hız kazandı.[9] Açıklanan verilerin gerçek enflasyonun altında olduğu yönündeki yorum ve analizler olmakla birlikte, 2021 yılı Ekim ayından itibaren Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK), Aralık ayında Tüketici Fiyat Endeksi'nin (TÜFE) bir önceki aya göre yüzde 13,58 arttığını, yıllık bazda ise yüzde 36,08'e yükseldiğini açıkladı. Böylece yıllık enflasyon, Eylül 2002'den bu yana en üst düzeye yükselmiş oldu.[10]
Yüksek enflasyon karşısında işçilerin gerçek ücretlerinin hızlı düşüşü karşısında iktidar, 2021 yılında net 2.825,90-TL olan asgari ücreti, 1 Ocak 2022 tarihinden itibaren geçerli olmak üzere, yüzde 35 oranında arttırarak 4.253,40-TL'ye yükseltti. Bu AKP iktidarında gerçekleşmiş en yüksek asgari ücret artış oranı olurken, 2022 yılının Temmuz ayında yapılacak artış ile asgari ücrete yapılan toplam yüzde 49 oranında artış ile Körfez Krizi ve 1994 krizi dönemlerindeki artış oranlarına ulaşılmış oldu.[11] Bu artış oranı ile asgari ücret alan işçilerin, yüksek enflasyon karşısında alım güçlerini bir nebze de olsa koruduğundan söz edebilsek de, artış oranı asgari ücretin üstünde ücret alanlara yansımadı. Diğer yandan tüm işçilerin yüksek enflasyon nedeniyle eriyen ücretlerine yüksek zam yapılması beklentisini pekiştirdi.
Örgütlenmenin Başlangıcı
Migros’un Esenyurt’taki Avrupa Dağıtım Merkezi’nde gerçekleşen grevin arkasında, işyerinde daha önce oluşturulmuş güçlü bir taban örgütlülüğü bulunuyordu. Şekerpınar’daki deneyimlerden farklı olarak bu örgütlenme süreci doğrudan DGD-Sen tarafından başlatılmadı. İşçiler, önce kendi aralarında bir birlik oluşturdular. Daha sonra bir sendikayla iletişime geçmeye karar verdiler ve yaptıkları araştırmaların yanı sıra farklı depolarda çalışan işçilerin referansları sayesinde DGD-Sen’le temas kurdular.
Örgütlenmeyi başlatan ve grev sırasında da öncü konumda olan Migros Depo işçisi Azad Erdinç süreci şöyle anlatıyor:
“Ben orada örgütlenmeye başladığımda DGD-Sen’i tanımıyordum. Orada birkaç işçiye, ‘Artık bir şey yapalım, yoksa dayanamayacağız’ demiştim. Amirler herkese bağırıyor, ‘Beğenmiyorsanız defolun gidin’ diyerek sürekli işçileri azarlıyordu. Bütün işçiler isyan ediyordu. Sürekli biri işten çıkarılıyor, biri işe alınıyordu.
İşçilerle, ‘Toplanalım, en azından bir birlik oluşturalım’ diye konuşmaya başladık. Başta, ‘Bu işten bir şey çıkmaz, kimse gelmez, daha önce denediler ama olmadı, satarlar’ gibi şeyler söylüyorlardı. Daha önce de bazı işçiler karşı çıkmış, ‘Yapmayın, etmeyin, işçilere kötü davranmayın’ demiş ama başarılı olamamışlardı. İşçilerde bir umutsuzluk vardı. Ben de, ‘Tamam, sen gelir misin? Kimse gelmese de sen gelecek misin?’ diye sordum. ‘Evet gelirim’ dedi. Bir kişiyi yazdım telefonuma. Böyle böyle 45 kişi olduk. Ayrıca 3–4 kişilik bir komite kurduk, ayrı bir grup oluşturduk.
Başta sendikaya girmek yoktu kafamızda. 45 kişi bir araya gelip sistem müdürüyle konuşmayı planlıyorduk. ‘Sürekli zorunlu mesai olmasın, iş güvenliği önlemlerini alın’ diyecektik. İşçiler tazminatsız işten atılıyordu, amirler sürekli bağırıyordu. Kadın çalışanlar üzerinde çok baskı vardı, taciz meseleleri vardı. Birçok işçiye prim sözü verilmişti ama işe başlayınca kimseye o primler ödenmiyordu. Toplamda yirmiye yakın sorun vardı.
Bu işe birlikte başladığımız bir arkadaş vardı, Emrah. Çok politik değildi ama haksızlığa karşı çıkan biriydi. ‘Biz bunu yapacağız ama bu kadar kişiyle bir şey olmaz, kazanamayız. Bir sendikaya mı başvursak?’ dedi. Araştırmaya başladık. İlk olarak DİSK genel merkezini aradık. Çok ilgilenmediler. ‘Üyelik yapın ama taşeronlar zordur’ diyerek umutsuz bir tablo çizdiler. Biz de, ‘Herhalde bizimle ilgilenmeyecekler’ dedik. Daha sonra Liman-İş’i aradık. Onlar da, ‘Orası taşeron, o yüzden olmaz’ dediler.
Arkadaşımız, ‘Carrefour’da iş bırakıldı, sendika vardı orada. Çok ilgili davranmışlar, kazanım elde etmişler, çok uğraşmışlar. Benim abim de orada çalışıyor’ dedi. Carrefour’dan birkaç kişiyle iletişim kurduk. ‘Nasıl yaptınız, nasıl ettiniz?’ diye sorunca, ‘Bunlar iyidir, mücadele ediyorlar’ dediler. İnternetten araştırdık, mücadeleci olduklarını gördük. DGD-Sen Genel Başkanı Neslihan Acar’ın numarasını bulduk. Birkaç kez konuştuk, ardından görüşmeye başladık. O sırada örgütlenmemiz de büyümüştü, sayımız 70’e kadar çıktı.”
Patronun Saldırısına Karşı İlk Fiili Grev
400–450 kadar işçinin çalıştığı Migros’un Esenyurt’taki Dağıtım Merkezi’ndeki örgütlenme kısa sürede 70 kişiye ulaştı. Bu da örgütlenme içinde gizliliğin korunmasını zorlaştırmaya başladı. Nihayetinde şirket müdürleri işyerinde bir örgütlenme olduğundan haberdar oldu ve örgütlenmeye öncülük eden Azad’ı işten çıkardı. Bu, işyerindeki birlik için ilk sınav ve kırılma anı olacaktı. Azad, işten çıkarılma sürecini ve sonrasında yaşananları şöyle anlatıyor:
“Büyük ihtimalle işçilerden biri gidip yönetime, ‘Böyle bir örgütlenme var, başında Azad var, şunlar var’ diye söylemiş. 8 Aralıkj olması lazım, öğleden sonra saat 3 gibi insan kaynaklarından çağırdılar. ‘Senin ihbar ve kıdem tazminatını veriyoruz, seni işten çıkarıyoruz’ dediler. Herhangi bir sebep göstermediler ama neden yaptıklarını biliyordum. Sessiz kaldım ve çıktım.
Emrah’ı aradım. ‘Beni çıkardılar, neden yaptıkları belli. Büyük ihtimalle birisi gidip söylemiş. Şimdilik kimseye söylemeyelim, ben bir değerlendireyim’ dedim. O umutsuzluğa kapıldı. ‘Seni attılarsa büyük ihtimalle bizi de atarlar’ dedi. Daha sonra DGD-Sen’i aradım. Onlar da kötü oldu, ‘Yapacak bir şey yok, davanı açarız’ dediler. Umutsuzluk artmaya başlayınca, ‘Yarın ben diğer arkadaşlarıma iş bıraktıracağım. Buradan bir dönüş olmazsa hepsi dağılır. Bundan sonra yan yana gelemeyiz’ dedim. Onlar, ‘Zor, hiç kimse iş bırakmaz’ dediler. Ama ben kararlıydım. Komitedeki arkadaşlarla konuştum, hızlıca çalışmaya başladık. O akşam bütün işçileri aradım: ‘Yarın kimse iş başı yapmayacak. Çünkü buradan bir dönüş olması lazım. Ben işe gitmezsem bütün gruplar dağılır, örgütlenme çıkmaz, bütün emekler boşa gider’ dedim. İşten atıldığımı herkese söylemedim, ‘Yarın büyük ihtimalle beni işten atacaklar, bana böyle bilgi geldi’ dedim. Çünkü direkt söylesem umutsuzluk yaratabilirdi. Sabaha kadar 70’e yakın arama yaptım. Herkes tamam dedi. Sendika da, ‘Olmayabilir ama siz komite olarak karar verirseniz biz gerekeni yaparız’ dedi. ‘Biz kararımızı verdik’ dedim.
Sabah yedide işyerine gittik. Normalde girişte göz okutma vardı ama ben aradan girdim. Sonra bütün işçileri toplamaya başladık. ‘Hadi, hadi’ diye bağırarak. Deponun ortasında, herkesin geçtiği meydan gibi bir yer vardı. Birkaç cesur arkadaş vardı; onlara, ‘Siz mal kabuldeki işçileri gerekirse zorla getireceksiniz’ demiştik. Çünkü oradakiler yaşça büyük işçilerdi, onların da gelmesi lazımdı. Bir baktım, herkes geliyor. Bazıları gitmeye çalıştı ama arkadaşlar tuttular. Bizim sayımız 70’ti ama depoda 400–450 işçi vardı. Kalabalık oluşunca diğer işçiler de cesaret etti.
Sonra müdürler geldi, ‘Ne oluyor?’ diye sordular. ‘Niye işten atıldım?’ dedim. Onlar ‘Bilmiyoruz’ demeye başlayınca, bütün işçiler, ‘Niye atıldı, atamazsınız, sebep yok’ diye bağırdı. Ben iyi çalışıyordum, kötü çalışan biri değildim, herkes de biliyordu. Müdürler ‘sendika’ diyemiyordu. Bir baktık, 400 kişi iş bıraktı. Bütün işçiler toplandık, dışarı çıktık, ‘Kimse çalışmayacak’ dedik.
O gün bir günlük iş bırakma oldu. Akşama doğru patron İzmir’den uçakla geldi. Başta işçileri tehdit etmeye başladı. Beni ayrı bir odaya koydular. ‘Bu işten vazgeç, paranı al git, tazminatını veriyoruz’ dediler. Ben, ‘Hayır, kötü bir şey yapmadığımı biliyorum. Sendikadan dolayı atıldım, bu anayasal bir hak, vazgeçmiyorum’ deyince geri adım attılar. Arkadan diğer işçileri tehdit etmeye başlamışlar ama işçiler beni satmadı. O gün akşama kadar debelendik. Müdürler tek tek gelip, ‘Burası ekmek kapınız, bir kişi yüzünden yapmayın’ dediler.
Sonunda patron geldi ve, ‘İşten atılma iptal, herkes iş başı yapsın’ dedi. Biz de işe geri döndük. O gün işçiler örgütlenmenin gücünü anladı. Hemen ardından üyelikler artmaya başladı. Sadece o gün 200’e yakın üyelik yapıldı. Kazanım olunca işçiler umutlandı. Ertesi gün normalde mesaiye kalmak zorunluyken, müdürler ‘Kalmak isteyen kalsın, istemeyen kalmasın’ demeye başladı. Bağırmalar, çağırmalar bitti. Primler ödenmeye başladı.”
Neslihan Acar ise 9 Aralık 2021 tarihinde gerçekleşen fiili greve ilişkin şunları söylüyor:
“Şubat’taki iş bırakmadan 1,5–2 ay önce örgütlenmeyi yürüten Azad Erdinç işten atıldı. İş yeri komitesinin üyesiydi ve görünür olan oydu. Azad akşam işten atıldı, sabah tekrar deponun önüne gitti. Gece vardiyası servislere binmeyi reddetti, sabah vardiyası da iş başı yapmayı reddetti ve tüm gün süren bir iş bırakma eylemi gerçekleşti.
İş bırakmanın talepleri şunlardı: Azad’ın iş başı yapması, muhatap alınmak ve ücret ödemelerindeki belirsizliğin son bulması. Bu talepler akşam saatlerinde kabul edildi. Patron Veysel Cingöz İzmir’de yaşıyordu; hızlıca Esenyurt Depo’ya geldi. Ondan önce deponun içine ciddi bir polis yığınağı yapılmıştı. Emniyetin tehditleri, patronun tehditleri, ‘Hepinizi işten atarız’ sözleri oldu. Bunların bir karşılığı olmayınca, ben saat 4 gibi patronla bir görüşme gerçekleştirdim. Orada, tutulan tutanakların iptal edildiğini, Azad’ın iş başı yaptığını ve depo yönetiminden 3 kişinin bu meseleyle özel olarak ilgileneceğini söyledi. Böylece bir günlük iş bırakma eylemi kazanımla sonuçlanmış oldu.”
Şubat Fiili Grevi Öncesinde Yaşananlar
Aralık ayında gerçekleştirilen ve zaferle sonuçlanan fiili grevin ardından işyerindeki örgütlülük güç kazanmış, işçilerin kendilerine olan güvenleri artmıştı. Öte yandan, ücret artışıyla ilgili verilen sözlere rağmen zam dönemi geldiğinde şirket yönetimi işçileri oyalama ve geçiştirme taktiği uyguladı. Bu durum, işçilerin öfkesinin artmasına neden oldu.
Azad Erdinç o dönemde yaşananlara ilişkin şunları söylüyor:
“Aralık ayındaki iş bırakma sırasında, yeni ücretlerimizin asgari ücretin en az 1000 lira üstünde olmasını istiyoruz diye konuşmuştuk. O zaman bize söz verdiler, ‘tamam, hallederiz’ dediler. Asgari ücret açıklandı. Biz de söz verildiği gibi zam bekliyorduk. Ama kabul etmediler, sürekli ötelediler. 3 Şubat öncesi talepleri oluşturduk, yazılı olarak sunduk, müdürlerle de görüştük. ‘Asgari ücret 4250 olarak açıklandı. Biz başta asgari ücrete ek 1000 lira demiştik ama sonra 800 liraya indirdik. Siz buna da hayır diyorsunuz’ dedik. ‘Yok, primlere yansıtacağız, primleri 200 lira fazla ödeyeceğiz’ gibi taktiklerle bizi oyalamaya çalıştılar.
3 Şubat’a gelene kadar örgütlenmeyi sağlamlaştırmıştık. Vardiya vardiya işçilerle konuşmuş, üyelikleri artırmıştık. Hiç örgütleyemediğimiz, kadınların daha yoğun çalıştığı kozmetik bölümdekilere de ulaştık. Diğer her bölümdeki temsilci sayısını da artırdık. İlk gün ‘hiçbir şey olmaz’ diyen işçiler, herkesin birlik olabileceğini, iş bırakabileceğini görmüşlerdi. Taleplerimiz kabul edilmeyince 3 Şubat’ta greve başlama kararı aldık. Sendikanın toplu sözleşme yetkisi yoktu ama zaten bunun fiili bir mücadele olmadan gerçekleşmeyeceğini düşünüyorduk. Bütün işçiler, daha önce verilen sözleri biliyordu. Çok öfkelilerdi. Öğle molasında yan yana gelip bu kararı aldık. Sendikayla da toplantılar yaptık.”
Neslihan Acar ise şunları anlatıyor:
“Aralık sonrasında içeride mobbing arttı. İade depo, işyerinin en kötü yeridir çünkü çöptür orası; gelen ürünlerin ayıklandığı, iadelerin toplandığı bölümdür. Daha fazla itiraz eden işçiler, bu bölüme gönderilmeye başlandı. Aralık’taki iş bırakmanın taleplerinin karşılanacağı söylenmişti ama olmadı. Yıl sonunda da asgari ücret zammı yüzde 34 civarındaydı yanılmıyorsam. Bir zam yapıldığı söylendi. İşçiler ısrarla, ‘Asgari ücret artı yüzde 34 mü?’ diye sordu. Buna cevap verilmedi. İlk maaş bordroları açıklandığında, Ocak ayında asgari ücret aldıklarını gördüler; senenin ilk maaşı olmasına rağmen primlerinde kesintiler vardı. Yönetime tekrar sorduklarında işçilere ‘Maaş bu, beğenmeyen çıksın gitsin’ denildi.”
Patronun Örgütlenmeyi Kırma Çabaları
Bu dönemde Migros deposunda patron Veysel Cingöz, işçilerin örgütlenmesini kırmak için yoğunlukla Sivas’tan işçiler getirtir. Yeni gelen bu işçiler, Kürt işçilere karşı “terörist” ve “PKK’lı” gibi suçlamalarla kışkırtılır. Milliyetçi provokasyonlar ve kavgalar sonucunda bazı Kürt işçiler işten çıkarılır. Bu, eski sendikacı olan Us-Grup patronunun, işyerindeki örgütlenmenin güçlenmesini engellemeye ve işçileri milliyetçilik üzerinden bölmeye yönelik bilinçli bir girişimiydi.
Azad Erdinç şunları söylüyor:
“Us-Grup’un patronu Veysel Cingöz Sivaslı. Bizim birliğimizi gördükten sonra Sivas'tan taşınmalı bir şekilde işçi getirmeye başladılar. Veysel Cingöz sendikacılık yapmış biri. Bu tecrübeyle bizi kırmaya çalışıyordu. Bizim ilk iş bırakmamızdaki gücü gördükten sonra bunu nasıl kırarım diye düşünüp, Sivas'ın köylerinden işçi getirip burada apartlara yerleştirdi. Onlara bir sürü şey vadetmiş. 150’ye yakın işçi getirtmişler, onları da bize karşı kullanmaya başladılar. Deponun en az yüzde 75’i Kürt. Onları getirirken de ‘Sendikaya falan sakın bulaşmayın, burada Kürtler var, bunlar anarşistlik yapıyor, PKK’lılar’ falan deyip bizi de aynı zamanda onlara karşı düşmanlaştırmaya çalışmışlar.”
Neslihan Acar da patronun bu girişimiyle ilgili şunları söylüyor:
“İçeride bu örgütlenme devam ederken patron sendika üyesi işçileri atmadı ama Esenyurt’a, Sivas’tan, Mardin’den ve Urfa’dan İŞKUR üzerinden işçiler getirmeye başladı. Veysel Cingöz, kendi memleketinden köylüsü ve yakın çevresinden olan daha Türk işçileri buraya getirdi ve onların yemek, yol, barınma ihtiyaçlarını da karşılayarak örgütlenmeyi kırmaya çalıştı. Silivri’de kamp kurdu ve şehir dışından getirilen işçileri oralara yerleştirdi. 350 olan sayı, dışarıdan getirilen işçilerle bir anda 500’e kadar ulaştı. Özellikle Sivas’tan getirilen işçilere ‘terör’ propagandası yapılarak işçileri birbirine kırdırmaya başladılar. Bu işçilerin kalabalık davrandıkları, Kürt işçilere yemekhanede çelme takmaya çalıştıkları, Kürtlerle yan yana oturmayacaklarını söyledikleri bir dönem yaşandı. Bu tarz ırkçı saldırılar da yoğunlaşmıştı. Her gün yemekhanede kavga çıkıyordu. Sürekli bu işlendiği için işçilerin birbirini yaraladığı bir kavga çıktı orada. Kavgayı kışkırtan işçiler işten atılmadı. Dört Kürt işçi, ‘teröristsiniz, burada kargaşa çıkarıyorsunuz’ denilerek işten çıkarıldı. Aslında bu, işgale doğru gidilen süreçte bir ön almaydı.”
İşgal ve Grevin Başlangıcı
Patronun çabaları, Migros’un Esenyurt Deposu’nda çalışan işçilerin birliğini kırmaya yetmez. İşyeri komitesi, şehir dışından gelen işçilere de ulaşmaya ve onlara örgütlenmeyi anlatmaya çalışır. Hatta bazı işçilerin, doğrudan dahil olmasalar da 3 Şubat’ta başlayan grev sırasında pasif destek vermelerini sağlarlar. Nihayetinde işçilerin taleplerinin kabul edilmemesi üzerine, 3 Şubat sabahı başlayan fiili grevle depoda çalışma tamamen durur.
İşçiler, patronun %8 zam dayatmasına karşı %70 zam talebinin yanı sıra; işçi temsilcilerinin tanınması, amirlerin baskısına son verilmesi, çalışma koşulları ile lojmanların düzeltilmesi ve iş sağlığı ile güvenliği önlemlerinin alınması gibi talepler öne sürdüler.
Azad, grevin ilk gününü şöyle anlatıyor:
“Biz 3 Şubat günü iki vardiya, 400 işçi iş bıraktık. Sivaslılar bize katılım sağlamadı. Onlara ‘bakın, sizi kalacağınız yerden de kovarız’ deyip götürdüler ama biz yine de kalabalıktık. Depoda çalışan bir kişi bile yoktu. Polis ekipleri geldi, bir sürü çevik kuvvet vs. İşçileri tehdit ediyorlar, sürekli gelip depodan çıkarmaya çalışıyorlar. ‘Biz bu depodan çıkarsak, bunlar bizi bir daha içeri almazlar, her şey biter’ dedik. Artık kapının dışında yapmak zorunda kalacağız, çevik kuvveti de karşımıza dikecekler. O yüzden çıkmadık depodan, işgal ettik. İlk üç gün depoda kaldık.”
Neslihan ise o güne dair şunları söylüyor:
“3 Şubat’ta gece vardiyası ve sabah vardiyası buluştu ve depodan ayrılmama kararı aldı. Depoda balkonlar var; yönetimin kapısı o balkonlara açılıyor. O balkonlardan amirler işçilere yukarıdan bakabiliyor ve parmak sallıyorlardı. O gün işçiler, paletlerle bir işçi kürsüsü oluşturdular. Bu defa işçi temsilcilerinin gelen amirlerle, yöneticilerle onları aşağıda tutarak konuştukları bir düzen oluşturmuş oldular.
O gün polis inanılmaz bir yığınak yaptı içeride ve çok hızlı konuşlandılar. Çünkü patron da iş bırakacağımızı biliyordu, hazırlıklıydılar. Müdürlerin hepsi oradaydı. Patron ve patronun kardeşleri de sabah itibarıyla oradaydı. İşçiler tek tek taleplerini ilettiler: mobbingin kaldırılması, işçi temsilcilerinin tanınması, asgari ücret zammının ‘zam’ diye dayatılmaması ve saat ücretine 4 lira net zam yapılması talepleri tek tek dile getirildi. Gün içerisinde belki onlarca defa depo yönetimiyle görüşme oldu. Talepleri müzakere edelim, denildi.”
Fiili Grev ve İşgalin Seyri
3 Şubat Perşembe günü başlayan Migros Esenyurt Depo’daki işgal ve fiili grev, 5 Şubat Cumartesi gününe kadar kesintisiz şekilde devam eder. Bu süre boyunca işçiler, taleplerinin karşılanmaması nedeniyle üretimi tamamen durdurur ve depoyu terk etmez. 5 Şubat tarihinde işveren temsilcileriyle görüşmeler gerçekleşir. Bu sırada işçiler, depodan çıkmaları halinde tekrar içeri alınmama riskini göz önünde bulundurarak, işgalin sürdürülmesi yönünde bir strateji belirlemiştir.
İşyeri komitesi, bu süreçte yönetimi yanıltmak amacıyla taktiksel bir karar alır. Buna göre, “işbaşı yapıldığı ve grevden vazgeçildiği” yönünde bir açıklama yapılır, planın gizliliği nedeniyle bu bilgi yalnızca beş kişilik komiteyle sınırlandırılır. Aynı gün DGD-Sen tarafından sosyal medya üzerinden “Migros’un iki gün süre istemesi üzerine, Pazartesi günü yapılacak görüşmeye kadar iş bırakma eylemimize ara veriyoruz.” açıklaması yapılır. Ancak 7 Şubat Pazartesi günü depoya gelen işçiler, planlandığı üzere fiili greve devam eder ve üretim yeniden başlamaz.
Azad bu yaşananları şu şekilde anlatıyor:
“Biz gece orada kalıyoruz ama bize yemek vermediler, petekleri kapattılar. Hava soğuk, sürekli gelip işçileri tehdit ediyorlardı, ‘Sizi işten atarız’ diye. Pazar günü çalışma yok, orada kalamayız diye düşündük. Toplandık. ‘Bizim bu akşam gitmemiz lazım ama Pazartesi de içeri girmemiz gerekiyor. Şu an gitsek, bir daha depoya giremeyiz. O yüzden komite bir karar verecek, bu karara uyun.’ dedik.
Ama kararı onlara söylemiyoruz, çünkü biz bir şey söylediğimizde hemen gidip birisi içeri duyuruyor. Akşama doğru, ‘Biz işbaşı yapıyoruz, işimize devam ediyoruz.’ dedik. Herkes şaşırdı: ‘Hayır, biz nasıl mücadeleden vazgeçeriz?’ diye.
Ama asıl amacımız Pazartesi günü yeniden depoya girebilmekti; bunu yalnızca beş kişilik komite biliyordu. Orada bir taktik denedik aslında ve bütün işçilere işbaşı yaptırdık. İşçiler de bize güvendi. O gün saat 5’e kadar çalıştık, 5’te işten çıktık. Pazar günü bütün işçiler dinlenmiş oldu. Pazartesi geldiğimizde ise sabah tekrar depoyu işgal edip iş bıraktık. O gün işçilere gerçeği açıkladık: ‘Bu yüzden böyle yaptık.’ dedik.”
Polis Saldırısı
Aradan geçen sürede taleplerin yerine getirilmemesi üzerine, 7 Şubat Pazartesi günü depoya gelen işçiler fiili greve devam eder. Ertesi gün ise önce işçilerin işten çıkarıldığı bilgileri gelmeye başlar. Akşam saatlerinde çevik kuvvet polisleri depoya girerek işçilere saldırır ve çok sayıda işçi gözaltına alınır.[12]
Azad yaşananları şu şekilde anlatıyor:
“Biz Pazartesi akşamı da kaldık, Salı akşamı artık polisler geldi, içeri girdi. Hepimizi dışarı çıkarmak için depoya baskın düzenlediler. Önceki günlerde de sürekli tehditlerle geliyorlardı ama artık bizim çıkışlarımız verilmişti. Bizim bildiğimiz sayı 257 kişiydi. Pazartesi günü işten çıkarmalar olmuştu, Salı akşamı ise polisler içeri girdi. 500’e yakın polis girdi içeri. Biz aynı zamanda video çekiyor, polislerle konuşmaya çalışıyor, çeşitli taktikler deniyorduk. Sanatçılara ve sosyal medyada bilinen kişilere tweet atıyorduk. Sonuçta polisler içeri girip bizi dışarı attı, hepimizi gözaltına aldılar. Ondan sonra biz kapı önü direnişine başladık.”
Polis Saldırısı Sonrası
8 Şubat’taki polis saldırısıyla işçilerin fabrikadan çıkarılmalarının ardından, işçiler kapı önünde direnişe başlar. Patronun dışarıdan getirdiği işçilerle iş akışını sürdürememesi nedeniyle fiili grev devam eder. Kapı önündeki direniş sürerken, Migros mağazaları, TÜSİAD ve Anadolu Grubu binaları ile Tuncay Özilhan’ın evinin önünde eylemler gerçekleştirilir. Bu süreçte Migros işçilerinin mücadelesine yönelik kamuoyu desteği giderek artar; boykot çağrıları ve kasa kilitleme eylemleri Migros’un satışlarını etkileyecek düzeye ulaşır.
18 Şubat’ta işçiler, Anadolu Grubu Yönetim Kurulu Başkanı Tuncay Özilhan’ın evinin önünde eylem yapar. Burada yoğun polis ablukası ve saldırısı yaşanır. Saldırıda birçok işçi gözaltına alınır. Polisin sert müdahalesi ve özellikle Migros işçisi Gülabi Aksu’nun polis otobüsünde elleri kelepçeli şekilde çekilmiş fotoğrafı, kamuoyunun tepkisini iyice arttırır. Nihayetinde Migros işçilerinin kararlı ve militan mücadelesi, artan kamuoyu desteğiyle birlikte Migros yönetimini geri adım atmak zorunda bırakır.
Azad polis saldırısı sonrasında yaşananları şöyle anlatıyor:
“Biz atıldıktan sonra içeride çalışma yine olmadı. Sivaslılar ve bazı arkadaşlar, şirket yöneticilerinin ‘Gelin çalışın, onlara uymayın’ demeleri üzerine içeri girdi. Fakat forkliftçi olmadığı için iş yine olmadı. İçeride toplamda 50 kişi kaldı, iş dönmedi. Daha sonra biz kapı önü direnişine başladık. İlk iki gün yalnızca kapı önünde direniş yaptık. Ama sonraki günlerde farklı eylemler düzenledik. TÜSİAD’ın önüne gittik, Anadolu Grubu’nun önüne gittik. Aynı zamanda sosyal medyada boykot çağrıları yaptık.
Bu sırada ‘4 lira’ fikri ortaya çıktı. Biz normalde ‘bin lira zam istiyoruz’ diyebilirdik ama o zaman bin lira yüksek bir para gibi görünüyordu. Bunun yerine hesap yaptık; aslında saat başı 4 lira zam istiyorduk. Dört lira da bir ekmek parasıydı. Bu söylem etkili oldu. Böyle fikirler işçilerden çıkıyordu ve hepsini kullanıyorduk. O dönemde sosyal medyada sürekli TT oluyorduk; neredeyse her gün en üst sıralardaydık, konuşuluyorduk. Sürekli işçilerin videosunu çekiyorduk. Sendikacılar çok nadir konuşuyordu, hep işçiler konuşuyor ve dertlerini anlatıyordu.
Bu arada 15 Şubat’ta görüşmeler başladı. Sendika avukatı bu görüşmelere katılıyordu. Ancak mağaza eylemlerine ve boykot çağrılarına devam ettik; bunlar da oldukça etkili olmaya başladı. 18 Şubat günü biz yeniden Tuncay Özilhan’ın evinin önüne gittik. O dönemde işçi sayısı azalmaya başlamıştı. Başlangıçta 252 kişi kapı önünde direnirken, ekonomik sebepler ve kişisel sorunlar nedeniyle her gün sayımız azalıyordu. Son olarak Özilhan’ın evine 90’a yakın kişi gittik. Orada 500 kişilik bir polis kadrosu vardı. Konuşmalar yaptık, ardından yeniden gözaltına alındık. Gözaltından sonra Gülabi abinin fotoğrafı gündem oldu. O gün bizle ilgili üç başlık Twitter’da TT oldu: ‘Migros’a Gitmiyorum’, ‘Gülabi Aksu’ ve ‘Tuncay Özilhan’. Farklı sanatçılar destek mesajları paylaştı, yurt içi ve yurt dışından dayanışma açıklamaları geldi. Biz gece 12’de gözaltından çıktık. Orada tekrar bir açıklama yaptım: ‘Gözaltı yaptınız ama biz yarın yine geliyoruz’ dedim.”
Neslihan ise işçilerin fabrikadan çıkarılması sonrasında gerçekleştirilen eylemleri şöyle anlatıyor:
“8 Şubat’ta deponun içinden gözaltına alınarak işçiler çıkarıldı, işgal bitti. 257 işçi atılmıştı, diğerleri idari izne gönderilmişti. İçeride yalnızca yöneticiler ve kamptan gelen birkaç işçi çok acil işleri yapıyordu. Ürün giriş çıkışı olmuyordu. Biz kapı önünde direnişe başladık. Kasa kilitleme eylemlerini genelde hafta sonu veya direniş alanından çıktıktan sonra yapıyorduk. Bazı eylemleri nöbetleşe yürütüyorduk; bir grup arkadaş kalıyor, diğerleri başka eylemlere gidiyordu. Örneğin Özilhan’ın evinin önüne gittiğimiz gün, 10 işçi deponun önünde kalıp kamyon giriş çıkışını engelledi.
Kasa kilitleme eylemleri çok etkili oldu. İnsanlar farklı illerde de eylemler yaptı. İşçilerle 5M Migros’a girdiğimizde, daha önce üç kez gittiğimiz için oradaki mağaza çalışanları bizi tanıyordu. Sepetleri doldururken güvenlik dahil herkes gülümseyerek yaklaştı. Kasiyerlerin ürün almayı bırakıp bizimle dayanıştığı durumlar oldu.
İkinci olarak TÜSİAD önü eylemi etkiliydi. İşçiler daha önce TÜSİAD’ın sadece ismini biliyordu. Patronların örgütlerinin işçilerin dünyasında çok saygın ve güçlü bir yeri vardı. Bu eylemde TÜSİAD’ın teşhiri yapıldı. İşçilerin dönüşümünü somut olarak gördüm. ‘Adamlar çete gibi, burada toplanıp bizim ne yaşayacağımıza karar veriyorlar’ demeye başlamışlardı.
Özilhan’ın evinin önündeki eylem ise işçiler açısından kırılma noktasıydı. Öncesinde ‘baba adam’, ‘Biliyor olsa bu iş değişir’ dedikleri kişinin evi surlarla çevriliydi. O karşılaşma anı, kime direndiklerini, kiminle uğraştıklarını, Özilhan’ın neyi temsil ettiğini ve nasıl bir zenginlik içinde yaşadığını görmelerini sağladı. Aynı zamanda 200 işçiye karşı 1000’e yakın polisin yığınak yaptığı korkunç bir tabloyla karşılaştılar. Bu deneyim direniş açısından kritikti ve o karşılaşmadan sonra kazanım çok hızlı geldi.”
Migros İşçilerinin Zaferi
18 Şubat’taki eylemin ardından DGD-Sen ile Migros yönetimi arasındaki görüşmeler sürerken, işçiler eylemlerine devam eder. 21 Şubat’ta Tuncay Özilhan’ın evinin önünde eylem yapılması planlanır ve bu sosyal medyadan duyurulur. Ancak eylemden bir gün önce, Migros’un talebiyle Haluk Levent’in ofisinde yapılan görüşmede; işçilerin işe geri alınması, 600 lira zam yapılması, primlerin yasal güvence altına alınması ve her ay düzenli ödenmesi konularında anlaşmaya varılır. Migros yönetimi yalnızca Azad’ın işe geri alınmasını kabul etmez. 20 Şubat’ta varılan anlaşmayla Migros Esenyurt Deposu’ndaki 18 günlük fiili grev, işçiler açısından önemli bir kazanımla sonuçlanmış olur
Azad yaşananları şöyle aktarıyor:
“Biz tekrar Tuncay Özilhan'ın evinin önüne gitmeyi planladığımız sırada önce ‘Görüşme başladı, kabul edilecek’ denildi. Sonunda kabul edildi. Bütün işçiler alınacak ama bir tek beni almıyorlar. Biz aslında orada biraz daha bastırabilirdik, belki oradaki bir hatamız o. Yani beni de aldırabilirdik. Ama biz öncesinde işçi komitedeki arkadaşlarla konuşmuştuk. Bizi almasalar da sorun yok, yeter ki işçiler başlasın. Çünkü biz 18 gündür direniyoruz. İşçiler ekonomik anlamda çok sıkıntı çekiyor. Hava soğuk, herkesin sıkıntıları var. Herkesin işe girmesi lazım.”
Neslihan ise süreci şu şekilde aktarıyor:
“Direniş bitmeden bir hafta önce Migros’la doğrudan bir müzakere zemini kurulmuştu. Taleplerde uzlaşamıyorduk; para kısmında uzlaşı sağlanmıştı, işçilerin tamamının geri alınması konusunda da bir mutabakat vardı. Ancak Migros, işçi temsilcisini kabul etmiyor, temsilciliğin oluşamayacağını söylüyordu. Bu durum bir hafta boyunca gidip geldi. Gülabi Aksu’nun elleri kelepçeli fotoğrafı yayıldıktan sonra süreç hızlandı ve o gece; primlerin yasal güvenceye alındığı, her ay düzenli ödeneceği, bir komisyon kurulacağı, buradan çıkacak sözcünün sendika temsilcisi olarak tanınacağı ve 600 lira zam yapılacağı yönünde anlaşma sağlandı. Migros’un talebiyle bu görüşme Haluk Levent’in ofisinde gerçekleşti. Sendika olarak biz doğrudan katılmadık, sadece sendikanın avukatı katıldı.”
Migros Esenyurt Depo Grevi, 2022 yılında Türkiye’de yaşanan fiili grev dalgasının en önemli örneklerinden biri olarak öne çıkmıştır. Bu deneyim, işyerinde işçiler arasında kurulan güçlü birliğin, kararlı ve militan bir mücadelenin somut kazanımlar yaratabileceğini göstermiştir. Fiili mücadele koşullarında yasal sınırların etkisizleştiği, buna karşın toplumsal dayanışmanın belirleyici bir güç haline geldiği görülmüştür. Ayrıca grev, kamuoyu desteğinin örgütlü işçi hareketine doğrudan etkisini ortaya koymuştur.
2024 yılında yine DGD-Sen üyesi işçiler tarafından gerçekleştirilen ve kazanımla sonuçlanan Carrefour Esenyurt Deposu’ndaki fiili grevle birlikte değerlendirildiğinde, bu deneyim; resmi sendikacılığın sınırlarını aşan, tabandan örgütlenen fiili mücadele anlayışının, işçi sınıfı açısından ekonomik ve moral kazanımlar yaratabileceğini bir kez daha kanıtlamıştır.
